TÖRE
Anne, son yaprağı kopardı duvardaki saatli marif takviminde. Boş gözlerle baktı ve yaprakla birlikte düştü yere.
Yaprakta “Bayramın üçüncü günü” yazıyordu iri kırmızı harflerle
Gülbahar, en küçük kızıydı
O da, dört gözle beklemişti bayramı.
Çok büyük umutlar, düşler sığdırmıştı üç günlük bayram dilimine.
Zamanla yarışıyordu, zulasında ki gizli bir canla.
Kaçacaklardı bu diyarlardan yırtık bir bohçayla.
Kaçacaklardı turna kanatlarına yükleyip yasaklı sevdalarını.
Nereye kaçacaklardı? Nerede, kimde kalacaklardı? Nerede iş bulup, nasıl geçineceklerdi?
Ama şimdi bunları düşünmenin ne yeriydi ne de zamanı.
Bir Dersim türküsü mırıldandı “ Eli elimde ola, kapı kapı dilenek…”
Ardındanda “ Nasıl olsa acımızdan ölmeyiz ya ” dedi
O kadar da acımasız olamazdı yaşam. Mutlak bir kul, bir dal bulunurdu tutunacakları.
Yarın gece dedi Gülbahar, Salman’a çeşme dönüşü.
Zaten çok zamanları da yoktu. Her an gözlere batabilirdi zulasında ki saklı bebe, ikinci can.
Zamansız bir volkanın patlamasıyla, bir fay kırılmasıyla her şey bitebilirdi
Töreler toprağında çok ince bir sınır vardı yaşamla ölüm arasında
Daha geçen güz gitmişti komşusunun büyük kızı gözlere kör meçhul bir kurşunla.
Yarın gece dedi Gülbahar
Yarından tezi yoktu. Bayram sonrası doktora götürülecekti
Hastalık arayacaklardı şişen karnında, kaynayan kanında, dört bir yanında
Yarından tezi yok dedi Gülbahar.
Hele bir yarın olsun; tutuşsunlar el ele
Bir bayram türküsü gibi düşeceklerdi dilden dile
Zaman, çok acımasız şeylere gebeydi.
Yarınların, yarını yoktu
Her şey o gece oldu
Bayramın üçüncü günü
Gülbahar’ın dili yoktu, ama yerin kulağı vardı
Duyulmuştu her şey
Bir kara duman çöktü köyün tepesine
Bir yıldırım düştü asırlık çınarın gövdesine
Bir sel koptu Mıgırın Deresi’nde
Ayaklar, gecenin karanlığına dolandı, yakalandı, geçemedi karşı yakaya.
Yalancı bohçası, çoktan suya kapıldı bile
Dedektif oldu onlarca can
Beş silah sesi yırttı gecenin karanlığını
Sönen ışıklar yeniden yandı
Köy aydınlandı
Töre yenilendi
Namus, temizlendi.
Gülbahar’ın cansız bedenini seller taşıdı Mıgırın Deresi’ne.
Seller ayırdı Gülbahar’dan bir meşe köküne takılı kalan Salman’ın kurşunlar açan cansız bedenini.
Gün doğdu, bayram bitti. Töre, kurşundan da ağırdı. Kulaklar sağırdı. Kimse duymadı namluların sesini. Kimse aramadı Gülbahar’ın gülden nazik çifte bedenini Mıgır’ın Deresi’nde.
Anne, bir yaprak kopardı duvardaki saatli marif takviminden
Gözleri tutuştu, doldu, kor oldu; yutkunamadı.
Gözleri karardı, yüreği daraldı, yüreği söndü, nefesi dondu.
Birlikte düştüler yere son takvim yaprağıyla
Üzerinde “ Bayramın üçüncü günü” yazıyordu iri kırmızı harflerle…
Hıdır ÇAM