.
 

Son 10 Yorum

 
 

Ziyaretçi İstatikleri

Bugün : 55
Toplam : 668695
 
 
TAHTACI HASAN  -  13.05.2011
.
.

                                bir dost, bir post yeter bana...

 

“Bizi, arabanla köye bırakabilir misin?” dedi  Tahtacı Hasan ve devam etti “Çok eski bir aile dostumuz vardı  Karanlık Köyü’nde. On beş yıl kadar önce. Biz o köyün dağlarında orman kesim işleri yapıyorduk. Tanıştık işte o yıllarda. Aile dostu olduk. Sonra işlerimiz bitti, yollarımız ayrıldı.  Sekiz, on yıldır birbirimizi hiç göremedik. Onlar köyde; Biz, yersiz, yurtsuz  bir dağdan bir dağa. Ama gönlümüz hep beraberdi.

Geçen hafta Gökbel Dağı’na gelip barakalarımızda bizi buldular. Kızının düğünü varmış yarın. Davetiye bıraktılar. Biz de katırlarımıza bakacak birilerini bulup yollara koyulduk. Sabahtan beri yollardayız. Akcaova-Çine-Yatağan ve bura. Dört dolmuş değiştirdik. Çok da yorucu oldu. Haydi ben neyse, Yengen zaten hasta. İyice perişan oldu. Zamanın varsa bizi Köye bırakır mısın?”

 

Aslında hiç  zamanım yoktu. Ama farklı gözler, farklı şeyler anlatıyordu. Bir çay içiminden sonra yola koyulduk.

 

İnsana hasretti sanki Tahtacı Hasan. Yol boyu hiç susmadı.

Sanki Mecnun’la Leyla;  Kerem’le Aslı’nın aşkından söz ediyordu. Bir yandan Tahtacı Hasan ve Ailesi, öte yandan Karanlık Köyü’nden Sani.  Kim bilir belki de  ikisi de aynı tarafta ama biz şaşı görüyoruz?

 

“Biz birbirimizi görmezsek de hep beraberdik” diyor ve ekliyor  “Diyeceksin ki nasıl?  Alışverişe Şehre  indiğimizde gözlerimiz  hep araba plakalarında olurdu. Bodrum  plakalı bir araba görünce durdurur, tanıyorlarsa haber alır, selam yollardık. İnsan dağlarda yalınız kalınca dost özlemleri öyle ağır basıyor ki.

Aslında cep telefonu çekse daha da rahat olacağız ama henüz bizim oralara ulaşmadı. Ulaşsa bile elektrik sorunu var tabi.

Geçen güz  yaşlandık artık dağları bırakıp Mardan’daki köyümüze dönelim dedik. Döndük de. Ama bir türlü düzenimiz tutmadı. Yengen, her gün hasta.  Gitmediğimiz doktor, hastane kalmadı.  Kimse bir şey diyemedi. Her seferinde hiç bir şeyiniz yok diyip bizi hep geri yolladılar köye.

Yok diyorlar ama bizim ki yemez, içmez, konuşmaz oldu. Gece sabaha kadar evde dolaşıp duruyor. “Ben, bu gürültülerde uyuyamam. Bu hava beni boğuyor. Duvarlar, üzerime üzerime geliyor” demeye başladı. 

Psikologa git dediler. Gittik de. Bir hafta, on gün sadece konuştu bizimkiyle. Şükür ilaç filan yazmadı. Bayan bir doktordu. Dertleşti durdular günlerce. Ne yaptı, ne konuştular  doğrusu ben de fazla bilmiyorum. Sormadım da.

Doktor, Bizim Hanımın aklına yine dağları soktu. Bizimki tutturdu gidek de gidek.  Ardından Doktor, beni de zorlamaya başladı; gidin ha gidin.  Yaşlıyız artık bu yaştan sonra orman işleri yapmak, çam kesmek, soymak,  taşımak, dağlarda yaşamak  bize göre değil dedim. Dedim ama “Başka da  çare yok, Hanımın ilacı bu” dedi.

Tekrar göçümüzü yükledik. Dön dağlara. İnat bu ya bu sefer Gökbel’Dağı’nın  en yükseklerine kurdum barakayı. Bizimkinin hiç bir şeyi kalmadı. O hafta düzeldi. Maşallah şimdi turp gibi.

Bizim bu çektiğimiz  tam bir rezillik. Elektrik yok. Yol, su  berbat.  Kışın barakalar soğuk. Dünyadan haberimiz yok. Ölenimizi, kalanımızı bile aylar sonra duyuyoruz.

Ama helal olsun bu adamlara. Gelip o dağlarda bizi buldular ya. Nasıl buldular, doğrusu biz de şaşırdık. Sora sora belki Bağdat bulunur ama  bizim dağlarımızın yolu  Bağdat gibi hiç de düz değil.

Aslında düğün yarın akşam.  Bir ihtiyaçları olabilir dedik de bugünden yola çıktık. Gerçi bizim elimizde avucumuzda da  bir şey yok. Ama olsun Allah ne verdiyse. En azında işlere yardımcı oluruz…”

 

Yaklaşık yarım saatlik bir yoldu. Kulaklarıma inanmıyordum. Nasıl bir insana susamışlık, Ne ilginç bir yaşam, ne büyük bir dostluktu anlatılanlar.

Yolda ki duyduklarım, evde gördüklerimin gölgesiydi sanki.  Dev gibi bir dostluk örneği dikildi önüme. Gökbel Dağı ve Karanlık Köyü,  yatak  yorgan gibi; yağmur ve toprak gibi örtüşmüştü. Yol boyu susmayan diller de yorulmuştu sanki. Diller  susmuş eller, kollar, gözler konuşuyordu.

Belki  bilinç altı bir kıskançlıktan, belki de dışlanmışlıktan olacak ki duygular yeşerdi dört bir yanımda. Her şeyi gölgesinde bırakan bu büyük hasret ve dostluk seli, benim varlığımı çoktan silip süpürmüştü. Ben döneyim dedim, bir su içip yollara koyuldum.

 

Dönüşte içimde bir şeyler kaynıyordu. Bir beni düşündüm, bir de Tahtacı Hasan’ı. Olanaklarımı, ilişkilerimi, çevremi ve çevremdeki kalabalıkları.  Yoksa dostlukla yokluk arasında gözlerin göremediği, aklımızın eremediği  bir bağ mı vardı?

Nedense dönmek gelmedi içimden sadece saksılarında ve mezarlıklarında toprak kalan bu kente. Dostluklar, topraklarla birlikte yok olurmuş. Toprak erozyonu, insan erozyonuyla başlarmış.  Koca  Veysel’e yar olan toprak, artık bize dardı. Biliyorum gitmek gerek bu diyarlardan. Biliyorum ama nereye? kime?

 

Kente varmadan son Köyde oturan ve uzun süredir özleyip de göremediğim bir dosta uğramak geldi içimden. Uğradım da.

Öyle bir sarıldım ki. Nedenini ne O anlayabildi, ne  de ben anlatabildim.

Ayrıldığımda “Bugün sende bir hal var” dedi.

Evet bugün bende bir hal var ama anlatamıyorum işte, dillerim lal.

Orhan Veli’nin dizeleri geldi aklıma.  Bir yer arayıp da “ Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum ama anlatamıyorum…” demesi gibi bir şey.

Yoksa Tahtacı Hasan’ın Eşi  dağlarda mı bulmuştu; bizim dört kitapta, dört duvarda; caddelerde, sokaklarda  arayıp da bulamadığımız mutluluğu? Yoksa Tahtacı Hasan’ın insan kalmasının bir nedeni de insanlardan uzak kalması mıydı?

Yoksa dostluk rakımlarla ilgili bir kavram mıydı? Karaçam gibi, ardıç gibi, sedir gibi alçaklara indikçe kuruyor muydu?

Doğrusu benim de aklım ermedi. Siz kendi yalnızlıklarınıza  gömülüp yalan ekranlarda sanal dostluklar arayadurun; Ben o gün arabamla taşıdım, gözlerimle gördüm dostluğu ve mutluluğu.

“Mutluluk ve dostluk”, zaman ve mekan kavramlarının dışında bir şeydi. Ne maldı, ne unvandı. Bir yıldızdı. Gökbel Dağı’ndan Karanlık Köyü’ne kaydı. Ama kente inmedi, kirlenmedi. Ben gördüm. Dev gibi iki insanın  avuçlarındaydı.

Tahtacı Hasan ve Karanlıklı Sani.

         Ya siz?  Siz  hiç gördünüz mü? Susmayın ne olur. Nerede?  Hani?
 
Okunma Sayısı : 1516 | Yorum Yaz

|

Tavsiye Et

|

Facebook'ta Paylaş
 
.
Şefik Başeğmez  -  13.05.2011    12:38:41
.
Eskiden varlardı
Hıdırım, selamlar. Bunda 50-60 sene evvel yazmaya gayret ettiğin bu insanlar ve onların yaşadığı dostluklar var dı, oralarda. Anlatılan bazı hikayelerden, anılardan hatırlarım bazılarını. Hele, hele içinde askerlik ile ilgili olanları varsa, bitmez artık bu hikaye anılar. Gerçi şimdilerde askerlikte b... oldu, anılarıda b....oldu ama, hani askerlik olmasaydı seni tanıma mutluluğuna da erişememiş olurdum. Bak, buda beni çok üzerdi. Seni tanıdığım için çok mutluyum, 30 senedir seni görmemiş olsam bile..... Sevgiler...
.
.
hüseyin avni kunduracıoğlu  -  13.05.2011    10:49:57
.
Yüreğine,kalemine sağlık abi..
Bir Madran çıkışında Tahtacı Hasanı tanımış kişilerden biri olarak, gözlemlerindeki haklılığı onaylamamak mümkün değil Hıdır abi...Tıpkı bunu gözlemleyip kağıda aktarabilmek için de sendeki yüreğe,sendeki kaleme,sendeki güzelliğe sahip olunması gerektiği gibi..Selamlar..
.
.
deniz  -  13.05.2011    10:11:30
.
aradığım dağ ve insanlarmış
hıdır abi yer ve kişiler gerçek mi? kurgu mu? gerçekse beni de onlarla tanıştır beni de o dağa bırak ne olur
.